Bakım Emeğinin Altında Yatan Nedenler

BAKIM EMEĞİNİN ALTINDA YATAN NEDENLER

 

Kadınlar yüzyıllardır toplumlarda eşit olabilmek için birçok uğraş verdiler. Bu uğraşlarla birlikte yeni akımlar ve düşünceler ortaya çıkardılar. 2.Dünya savaşında Amerikalı kadınlar erkeklerin yokluğunda, fabrikalara göz kulak olsunlar diye altı milyon kadını işe aldı. Savaşın sonu yaklaştığında kadınların %80’i işi bırakmak istemedi. Askerler evlerine geri döndüklerinde uçak endüstrisinde çalışan 800.000 kadın işten kovuldu ve diğer şirketlerde aynısını yaptılar. Kadınları tekrardan evlere göndermek için televizyon ve dergiler tarafından kadınların evlerinde olmalarına yönelik reklamlar ve yazılar yayımlandı. Kadınların toplumda ki cinsiyet eşitsizliği ve hanede üstlendiği cinsiyete dayalı iş yükümlülükleri sadece bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde değil şu an gelişmiş olan ülkelerde var olan en büyük problemlerden biridir.

 Bizlere bugüne kadar öğretilen gelenek, görenek ve adetlerden sonra televizyon ve ana akım medyanın da kadın üzerinde çizdiği imaj maalesef ki insan bilinçaltını fark etmeksizin etkilenmektedir. Televizyonlarda temizlik, çocuk bakımı gibi konuların yer aldığı bütün reklamlarda baş rol oyuncuları çoğunlukla kadınlar olmuştur. Bu da izleyen kitlenin bilinçaltına bunları yapmanın bir kadın işi olduğu, erkeklerin yapmaması gereken işlerin olduğuna dair derin bir imaj çizmektedir. İnsanlar gördükleri olaylardan etkilenirler, gördüklerinin tam tersi eğitim ve davranış sergilenmezse aileler tarafından, kişi bireysel yaşamında gördükleri ne ise onu uygular. Eğer ki reklamlar bize tam tersi bir imaj çiziyor olsaydı, ev işleri eşitliğe dayalı bir senaryo ile sunulsaydı belki kadınlar gördükleri karşısında kendi bireysel yaşamlarında daha farklı adımlar atabilirlerdi. 

Tabii ki kadınların toplumda var olan eşitsizliği sadece gelenek, görenek, adetler, televizyon ve medya ile sınırlı değil. Kadınların eğitim almaması/alamaması, erkeklere nazaran düşük bütçe ile çalışması, erkekler kadar iş yerinde kademe atlayamaması, cinsiyet eşitsizliğine dayalı işlerde var olmaması/olamaması, devlet tarafından kadınlara iş istihdamı sağlanmaması hem iş hayatında var olup hem ev işlerine yetişememesi, ailede çocuk doğduğunda kadının işi bırakması da kadınlar üzerinde ‘’evde otur ve evinin işini yap’’ imajını desteklemektedir. Bu bağlamda kadının hane içerisinde ki var oluşu ve görevleri daha çok artmaktadır. Kadınların toplum içinde üretime dahil olmaması sosyo-ekonomik gücünü tamamıyla yitirmesine sebep olmaktadır. Ekonomik gücün yitirilmesiyle bir bireyin başka bir bireye olan bağımlılığını arttırmaktadır. Bazı insanlar bu sözlerden sonra şunu da diyebilirler; ‘’Zaten evlendiler. Erkek eşler kadınlarına baksınlar.’’ Siz okurlar şu an bunu demesiniz bile biliyorsunuz ki toplumlarda bunları diyen insanların azınlığı çok fazla. Hatta ve hatta ‘’Ev işlerinde ne var? Neyini bu kadar konuşuyorsunuz? ‘’ diyen insanları bile görmüşsünüzdür. Sorun bir evin süpürülmesinden, tozunun alınmasından daha büyük oysa ki ama çoğu bireyler bunun farkında değil. Asıl sorun bir insanın ekonomik gücünün olmaması, yeterli eğitimi alamamasıdır. Yeterli eğitimi alamayan kendi ekonomik özgürlüğü olmayan kadınlar özgür değillerdir. 

Özgürlük nedir peki? J.J.Rousseau der ki; İnsanın özgürlüğü; istediği her şeyi yapabilmesi değil, istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasıdır. Eğitim almamış/alamamış, sosyo-ekonomik özgürlüğü olmayan kadınlar başkalarının istekleri doğrultusunda yaşamaya mahkûm bırakılmışlardır. İstemedikleri evlilikler yapabilirler ve o istemedikleri kişilere karşı her gün hizmet etmek durumunda kalabilirler. Fiziksel ve psikolojik şiddet görebilirler ve istedikleri zaman evlerini terk etmeye çekinebilirler. Çok istedikleri bir şeyi alamayabilirler çünkü kendi ekonomik özgürlükleri yoktur. Bunlar tabii ki en kötü senaryolar her evlilik böyle olmayabilir ama olanlarında varlığını göz ardı edemeyiz. Zaten bizlerde en kötülerin ortadan kalkması için uğraş vermiyor muyuz?

 Ataerkil toplumlarda biz insanlar fark etmeksizin ya da farkında olarak doğar doğmaz daha bir bebekken cinsiyet eşitsizliğine maruz kalıyoruz. Renkleri bile cinsiyetlere göre kullanıyoruz. Bir kız çocuğunun odasında mavi renkte olmuyor ya da bir erkek çocuğunun kıyafetleri arasında pembe renk. Gündelik hayatta kullandığımız dili bile cinsiyet eşitsizliğine göre kullanıyoruz. Erkek adamın erkek çocuğu olur, kız gibi davranma, karı gibi pembe mi giydin gibi. 

Oynaması için oyuncak olarak aldığımız ürünlerde bile böyle. Bugün bir oyuncak mağazasına girdiğinizde kız çocukları için küçük çamaşır makinaları, mutfak tezgahlı setler, süpürge makinaları, altı değiştirilebilen, yemek yedirilebilen küçük oyuncak bebekler görürsünüz. Çocuklarımız için alışveriş yaptığımızda kız çocuklarına küçük çamaşır makinaları, süpürge makinası, mutfak seti alırken erkek çocuklarına arabalar, silahlar alıyoruz. Hangi birimiz tam tersi oyuncaklar alıyoruz ki çocuklarımıza? 

Ben hiçbir erkek çocuğunun küçük süpürge makinası olduğu, bir kız çocuğunun oyuncak arabası olduğunu görmedim. Daha küçük bir çocukken bile sanki bir kızın göreviymiş gibi temizlik malzemeleri alıyoruz anneleri gibi temizlik yapınca onları tebrik ediyoruz. 

Küçük bilinçlere dayattığımız toplumsal eşitsizlik büyüdüklerinde televizyon ve medya ile harmanlanıp toplumda büyük bir ayrım yaratıyor. Kadınların görevi temizlik yapmak, yemek pişirmek, çamaşır yıkamak oluyor. En iyi araç kullanan kişiler erkekler oluyor, bir kadın evde bir musluğu kapıyı tamir edemiyor çünkü işler cinsiyetlere göre ayrılıp bireylere doğduğundan itibaren böyle öğretiliyor. 

Peki tam tersini uygulayabilseydik neler olurdu? Kız çocuklarımıza araba kullanmasını, duvar boyamasını öğretebilseydik? Erkek çocuklarımıza odalarını toplamayı, yemek yapmayı öğretebilseydik? İki bireyinde kendine güveni, cesareti ve özgürlük alanları artardı. Kadınlar erkekler olmadan, erkeklerde kadınlar olmadan dayatılan cinsiyet işlerini tek başlarına yapabilirlerdi. Büyüdüklerinde kendileri birer yetişkin bireyler olduklarında gördüklerini birbirlerine uygulamaya başlardı. Çocukluktan böyle yetişmiş bir bilinçaltını televizyon ve medyanın değiştirmesi daha da zorlaşırdı. Hatta tüm toplum böyle yetiştiriliyor olsaydı reklamlarda ki ve medyada ki toplumsal eşitsizlikte ortadan kalkardı.

 İki cinsiyetinde çalıştığını varsayalım, ev işlerini kendi aralarında bölüşebilirlerdi ve kadınlar üzerinde olan ‘ev işleri kadının görevidir’’ dayatması ortadan kalkardı. Böylece kadınların özgürlük alanları daha çok artar, üretime daha çok desteği olur. Kendini geliştirebilen, sosyo-ekonomik gücü olan kadın kendinden sonra ki nesillere daha çok faydalı olur. Üretime destek olarak aynı zamanda ülkenin kalkınmasına da yardımcı olur. 

Bir eşitsizliğin ortadan kalkması tüm toplumu daha sonrada tüm dünyayı değiştirebilir.